Kapıları çalan benim,
kapıları birer birer.
Gözünüze görünemem
göze görünmez ölüler.
Hiroşima’da öleli
oluyor bir on yıl kadar.
Yedi yaşında bir kızım,
büyümez ölü çocuklar.
Saçlarım tutuştu önce,
gözlerim yandı kavruldu.
Bir avuç kül oluverdim,
külüm havaya savruldu.
Benim sizden kendim için
hiçbir şey istediğim yok.
Şeker bile yiyemez ki
kağıt gibi yanan çocuk.
Çalıyorum kapınızı,
teyze, amca, bir imza ver.
Çocuklar öldürülmesin,
şeker de yiyebilsinler.
Büyük usta Nazım Hikmet “Kız Çocuğu" isimli şiirinde, Hiroşima’ya atılan atom bombası ile hayatını kaybeden küçük bir kız çocuğunun duygularına tercüman olur ve insanlık tarihinde yaşanan büyük acıyı onun gözleriyle, onun ruhuyla, onun sesiyle tüm insanlığa anlatır.
Şiiri her okuduğumda, savaşın en acımasız yüzünü bir çocuğun gözlerinden görür, masumiyetiyle hisseder ve ona dokunurum. Dokunduğum an, elim eline, kalbim kalbine, sesim sesine değer ve içimden hissettiklerim akar :
“ Yaşadığım zaman ve mekandan bağımsız, geçmiş ve gelecekten öte, kalbimde, zihnimde, ruhumda ve bedenimde, küçük kız çocuğu ZUHAL’i görebiliyor, sesini duyabiliyor, kokusunu alabiliyor ve ona dokunabiliyorum.
Hiroşima’daki o küçük kız çocuğu ile yaptığımız sohbeti canlandırabiliyorum gözümün önünde.
Hayalimizdeki dünyayı tasvir ediyor, üzerinde oyunlar oynadığımız, şekerler yediğimiz, şarkılar söylediğimiz, kahkahalar attığımız dünyayı resmediyoruz birlikte."
İnsanoğlu, dünya üzerinde kendi varoluşunu devam ettirebilmek ve benim diyebilmek uğruna icat ettiği savaş kavramı ile, belki de yokoluşuna yıldızlı bir davetiye çıkarmıştır. Çünkü dünya üzerinde gerçekleşen her savaş, varettiklerinden ziyade yokettikleri ile adından sözettirmiştir.
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, ırk, dil, din ayrımı gözetmeksizin dünya üzerindeki bütün insanların temel haklarını beyan eden bir bildiridir. 10 Aralık 1948 tarihinde, Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda kabul edilmiştir.
60 milyondan fazla insanın hayatını kaybettiği, milyonlarca insanın yaralandığı ve evsiz kaldığı, kullanılan kimyasal bombalardan dolayı birçok salgın hastalığın ortaya çıktığı ve bir çok savaş suçunun işlendiği 6 yıl süren 2.Dünya Savaşı, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin imzalanmasında etkili olmuştur. Bu nedenle savaş bittikten 3 yıl sonra sivillerin haklarını korumaya yönelik hazırlanan bildirge kabul edilmiştir.
Bildirinin bu kadar önemli olmasının en büyük nedeni belli bir bölge ya da ülkeyi değil tüm dünyayı kapsamasıdır. İlk maddesinde tüm insanların özgür ve eşit olduğu yazılıdır. Hiçbir millet başka bir milletten üstün değildir. Bu maddenin yazılmasında 2.Dünya savaşı esnasında Nazilerin kurduğu toplama kamplarının etkisi büyüktür. Alman ırkının diğer ırklardan üstün olduğunu savunan Nazi ideolojisinin yerine tüm insanları eşit kabul eden bu ilke, bildirgenin ilk maddesi olmuştur.
Bildirgede köle ticareti ve işkence yasaklanmıştır. Uluslararası hukukta işkence yapmak ve birini köle olarak alıp satmak en büyük suçlardan biri kabul edilmiştir. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi aynı zamanda demokratik bir beyannamedir. Herkes yasalar önünde eşittir ve herkesin avukat tutma, kendini savunma hakkı vardır. Herkesin yaşama hakkı ile kişi özgürlüğü ve güvenliğine hakkı vardır. Hiç kimse, kölelik ya da kulluk altında tutulamaz; her türden kölelik ve köle ticareti yasaktır. Hiç kimseye işkence ya da zalimce insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele ya da ceza uygulanamaz.
Bu bildirge ile İnsanoğlu, savaşın diyetini ödemiş ve dersini almış olduğunu en güzel hali ile gözler önüne sermektedir.
Peki bu süreci deneyimleyen insanoğlu, bundan böyle nasıl bir dünyada yaşamayı tercih ediyor?
1923 doğumlu Senegalli şair, yazar, yapımcı, yönetmen Ousmane Sembène 1997 yılında kraliçenin özel onur ödülüne layık görülür. Ödülünü almak için İngiltere’ye gider; törene katılır ve tarihe geçecek şu konuşmayı yapar ve ödülü almadan salonu terk eder:
“ Sayın baylar ve bayanlar, konuşmama İngiliz dilinde devam etmeyeceğim için hepinizden özür dilerim.
Sizin topraklarınızdayım ve sizin sahibi olduğunuz sistem içinde sizin tarafınızdan payelendiriliyorum.
Ancak asıl konuşmam kendi öz dilimde olacaktır. Merak edenler, konuşmamın İngiliz diline tercümesini koltuklarında bulabilirler.
İngilizler geldiklerinde ellerinde İncil, bizim elimizde topraklarımız vardı. Bize, gözlerimizi kapayarak dua etmesini öğrettiler.
Gözümüzü açtığımızda ise; bizim elimizde İncil, onların elinde topraklarımız vardı.
İngilizler’in dinini, dilini öğrendik. Uzak dünyadan gelen yeni dil ve din bizi hep çalışmak zorunda kalan itaatkâr köleler yaptı. Özgürlük için her karşı geldiğimizde, bizi birbirimizle savaşmak için ikna ettiler ve silah verdiler.
İngilizler gelmeden önce topraklarımızda sadece kavga vardı. İngilizler’in kutsal dini bizim kavgacılığımızı kullandı; evlâtlarımızı savaşçı yaptı.
Hem de sadece kendi kardeşleriyle savaşan, dünyayı İngiliz dilinden ve İncil’den ibaret sanan vahşi savaşçılar.
Hastalıklar yaydılar. Ne olduğunu bilmediğimiz içeceklerle bizleri hasta ve zayıf yaptılar. Atalarımız’ı zincirleyerek büyük şehirlerine köle olarak götürdüler.
O büyük binaları, caddeleri, tünelleri ve kiliseleri insan etinin üzerine inşa ettiler.
Kendilerini temizlemek için sanatçılarına fikir adamlarına; sadece kendilerini kapsayan insan tariflerini yaptırdılar. Her çeşit yiyeceklerin büyüdüğü topraklarımıza ilaçlar döktüler. Toprağın altındaki yanıcı siyah cehennem kanı için bizleri öldürdüler.
Büyük acılar ve ölümcül işkenceler ördüler.
Her gelen gemiden; kıyılarımıza hep ikiye bölünmüş tekneler yanaştı.
İlk gelenler zulüm ettiler, arkasından gelen arkadaşları zulmü durdurma vaadiyle bizleri ele geçirdiler. Bugün gelenler de aynı sistemle hâlâ işgale devam etmekteler.
Yeni ilaçları, biyolojik silahları ve hastalıkları deneyen gönüllü doktorlarınızı istemiyoruz.
Emperyalist sisteminizde geri dönüşüm ekonomisiyle aslında sömürü olan yiyecek yardımlarınızı kabul etmiyoruz.
“ÖZGÜRLÜĞÜMÜZÜ İLAN EDİYOR VE DE AVRUPA’YI KOVUYORUZ..."
Birbirimizi anlamamızı zorlaştıran, şarkılarımızı ve masallarımızı unutturan fakir dilinizi reddediyoruz.
Çağdaş dünya daveti içindeki, bizi zorla şekillendiren yüzeysel sanat kuramlarınıza karşı çıkıyoruz.
Özgürlüğümüzü ilan ediyor, Afrikalı insanlar olarak doğduğumuzu ve Afrikalı ölmek için de bütün Avrupa’yı topraklarımızdan kovuyoruz.
Birbirimizi öldürelim diye bize öğrettiğiniz ırkçılığı... Felsefe adına önümüze sürdüğünüz batının sığ kafalı laflarını... Hukuk adına yaptığınız bütün şovenistliklerinizi... Ve sanat diye dayattığınız bütün estetik öğretilerinizi...
Afrika topraklarından silene kadar Afrika sizinle savaşacaktır.
Siz kabul etmeseniz de bir Afrikalı en az dünyanın herhangi bir yerindeki bir batılı kadar onurludur.
İnsan onurlu doğar. Ve hiçbir insanın kraliçelerin vereceği onura ihtiyacı yoktur."
Dünya üzerine gelmiş geçmiş en büyük Lider’e sahip olan bir ülkenin evladı olmaktan duyduğum gurur ve ondan öğrendiğim Bilge, Vizyoner, Lider olmanın ötesindeki insan tanımı yüreğimden akanları kelimelere dönüştüren mucizevi bir anahtar olmuştur.
Sevgili Ata’mız Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün evrensel ilkesinin tüm insanlığa yol göstermesini diliyorum.
“ YURTTA BARIŞ, DÜNYADA BARIŞ ! "
10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günümüz kutlu olsun...