Epictetus ; “ Bir insanın anavatanı çocukluğudur. " der.
Dünya ya mal olmuş, şöhret olmuş, adını altın harflerle tarihe yazdırmış insanların hayatlarını incelediğimizde karşılaştığımız en önemli ortak özellikleri çocukluk hikayeleridir.
Kimisi 3 yaşında beste yapmaya başlamış, 35 yıllık yaşamına şu an dahi, bir insanın yapabileceğinden çok daha fazla sayıda beste sığdıran ve bir müzik dehası olmuş, adını “ Mozart " olarak tarihe yazdırmıştır.
Kimisi babasının otomobil garajında ilk laboratuvarını kurmuş ve şu anda bir dünya markası olan “ Apple "ı yaratmış ve adı “ Steve Jobs " olarak hafızalarımızda yer almıştır.
Kimisi 14 yaşında ilk defa gördüğü, o zaman için adına Konsantinopolis denen İstanbul’u, “ Burası benim olacak " diyerek, , o zamana kadar yapılmamış ve çocukluğundan beri üzerinde çalıştığı bir yöntem ile kazıklar üzerinden gemileri kaydırarak bir imparatorluk hikayesinin baş kahramanı olmuş ve " Fatih Sultan Mehmet " olarak adını altın harfler ile tarihe yazdırmıştır.
Daha nice hikayeleri olan kahramanlar tarihte varolmuş ve varolmaya da devam edecektir.
Kendi çocukluk anılarıma gittiğimde şu anki beni tanımlayan, ortaya koyan ilk durağın, “ Sanat " olduğunu görüyorum. İlk sahnemi 6 yaşında anneannemin evinde, teyzemin odasındaki aynanın karşısında almıştım. Şu an 45 yaşındayım ve halen ayna karşısında yaşadığım o anın, benim için tadına doyulmaz mutluluğun hazzını hissedebiliyorum. Ortaokul ve Lise yıllarım da hayallerim tiyatro üzerineydi. İzmir’e gelen hiç bir tiyatroyu kaçırmaz, gitmek için elimden geleni yapardım. Oyunu izlediğim anlarda kendimi sahnede gördüğümü “ Acaba ben olsam nasıl oynardım? " dediğimi dün gibi hatırlıyorum. Ünlü bir tiyatrocu ya da sanat alanında bir mesleğim olmadı. Mühendis oldum 😊. Ama hayatımda her zaman sanat oldu. İyi bir sanat izleyicisi oldum.
Benim için çocuklukta kurduğum hayallerin ve içimdeki sanat aşkının, bir gün karşıma çıkacağına olan inancım, geçen sene itibari ile hayatıma giren Yaratıcı Dans & Hareket Atölyesi ve Blog'umu açma süreci ile kendini açık açık gözlerimin önüne serdi. İçimde var olan Öz’ümü harekete geçirme şansını yakaladım. Aslında bir süredir aradığım şey beni buldu. Biraraya geldik ve şu an bu buluşmanın tadını çıkarıyoruz.
Çocukluk anılarımın tozlu rafları arasında yer alan Charlie Chaplin ve Laurel & Hardy ikilisi’nin kendimi yaratma ve ifade etme sürecinde yol arkadaşlarım olduklarını düşünürüm. Halen büyük bir keyifle izlerim ve örnek almam gereken şeyler olduğunun farkına varırım.
Tüm kahramanlarımın önünde sevgi ve saygıyla eğiliyorum...
Kendimi Sevmeye Başladığımda (CHARLIE CHAPLIN)
Kendimi sevmeye başladığımda, hangi koşullarda olursam olayım, doğru zamanda, doğru yerde bulunduğumu ve her şeyin tam da olması gerektiği zamanda gerçekleştiğini anladım. İşte o zaman huzura erdim. Bugün buna ÖZGÜVEN diyorum,
Kendimi sevmeye başladığımda, duygusal acı ve kederin sadece kendi doğrularıma aykırı yaşadığımı hatırlatan birer uyarı olduğunu anladım. Bugün bunun ÖZGÜNLÜK olduğunu biliyorum,
Kendimi sevmeye başladığımda, farklı bir hayatı arzulamayı bıraktım ve etrafımı saran her şeyin beni büyümeye çağırdığını gördüm. Bugün buna OLGUNLUK diyorum,
Kendimi sevmeye başladığımda, yanlış bir zaman olduğunu ve hazır olmadığını bildiğim halde birini kendi isteklerimi yapaması için zorlarsam, o kişi kendim bile olsam, onu nasıl incitebileceğimi anladım. Bugün buna SAYGI diyorum,
Kendimi sevmeye başladığımda, sağlığıma iyi gelmeyen her şeyden; yemeklerden, insanlardan, durumlardan ve beni aşağı çeken ve benliğimden uzaklaştıran her şeyden kurtardım kendimi. Bugün bunun KENDİNİ SEVMEK olduğunu biliyorum,
Kendimi sevmeye başladığımda, kendi zamanımdan çalmayı ve gelecek için büyük projeler tasarlamayı bıraktım. Bugün bana sadece keyif ve mutluluk veren, yapmayı sevdiğim ve içimi neşe ile dolduran şeyleri, kendi tarzıma ve ritmime göre yapıyorum. Bugün buna SADELİK diyorum,
Kendimi sevmeye başladığımda, her zaman haklı olmaya çalışmayı bıraktım ve o zamandan beri daha az yanılıyorum. Bugün bunun ALÇAKGÖNÜLLÜLÜK olduğunu keşfettim,
Kendimi sevmeye başladığıma, geçmişte yaşamaya devam etmeyi ve gelecek hakkında endişelenmeyi reddettim. Şimdi sadece her şeyin gerçekleştiği “anın" içinde yaşıyorum. Bugün her bir günü günbegün yaşıyorum ve buna MEMNUNİYET diyorum,
Kendimi sevmeye başladığımda, aklımın beni rahatsız ve hasta edebileceğini fark ettim. Fakat kalbimle daha çok bağ kurmaya başladığımda aklım değerli bir dostum oldu. Bugün bu bağa KALBİN BİLGELİĞİ diyorum.