Tarih, tozlu sayfaları arasında destanlar, efsaneler, savaşlar, kahramanlar, tanrılar, tanrıçalar, krallar, kraliçeler, dahiler ve nicelerini barındırır. Nedense bu süreçte fazlasıyla dikkatimi çeken, tarihin aslında bir olağanüstü olaylar ve kişiler (kahramanlar) zincirinin halkaları olarak yüzyıllardır devam etmesidir.
Fakat yazıyı icat eden Sümerliler’e ait bulunan kil tabletleri okuduğumda, tarihe yönelik hissettiğim bu olağanüstülük yerini gayet basit ve gerçek yaşam öykülerine bırakır.
4000 yıl öncesinden bugün bize ulaşan 23 tablet arasından en dikkatimi çeken 1.tablettir. Bu tablette Ludingirra, neden yaşam öyküsünü yazmaya karar verdiğini anlatır.
“ Ben Sümerli öğretmen, şair ve yazarım. Yaşım yetmiş beşi bulduğundan öğretmenliği bıraktım çoktan; fakat şairlik ve yazarlığım ölünceye kadar sürecek herhalde. Bu yaşam öykümü daha çok gelecek kuşaklar için yazmaya başladım. Bizim ulusumuz, dilimiz, geleneklerimiz, sosyal yaşantımız, sanatımız unutuluyor artık.
Bu güzel ve uygar ülkemize her taraftan göz diktiler. Göklere uzanan basamaklı kulelerimizin, görkemli tapınaklarımızın, arı gibi işleyen çarşılarımızın, her tarafa ulaşan kervanlarımızın, dümdüz uzanan yollarımızın, bol ürün veren tarlalarımızın, nehirlerimizde ve açtığımız kanallarda salına salına yüzen teknelerimizin, dolup taşan iskelelerimizin, her tür bilgiyi veren okullarımızın ünü uzak ülkelere kadar yayıldığından; ilkel olan bu ülkelerin halkı kıskandı bizi. Fırsat buldukça üzerimize saldırdılar. Kentlerimiz yakıp yıktılar. Biz yaptık, onlar yıktılar; biz yaptık, onlar yaktılar. Halkımız, hatta krallarımız tutsak oldu. Ailelerimiz dağıldı. Tarlalarımız, bahçelerimiz bakımsızlıktan kurudu; hayvanlarımız açlıktan öldü ve böylece kökü binlerce yıl önceye dayanan ulusumuz yoruldu, dayanamayacak hale geldi ve içimize yavaş yavaş sızıp bizi yiyen yabancıların kucağına bırakıverdi kendini. Onlar yönetiyor bizi şimdi. Topraklarımıza ilkel geldiler; sayemizde uygar olmaya başladılar. Ne yazıdan, ne tarımdan, ne sanattan, ne dinden, ne okuldan, ne attan, ne arabadan, ne aydan, ne yıldan haberleri vardı. Hepsini bizden öğrendiler. Sonra da “ biz yaptık, biz bulduk " diye övünmeye başladılar. Hep korkuyorum, bir gün gelecek, adımız da uygarlığımız da unutulacak. Biz ne yaptık, ne başardıysak hepsini onlar üstlenecekler. Bu durum beni yıllardan beri üzüyordu. Ben küçük bir adamım, bunu önlemek elimden gelmez diye yakınıyordum. Bir gün birenbire aklıma geldi. Ben bir yazar olduğuma göre; ulusumuzun bulduklarını, başardıklarını, geçmişimizi, geleneklerimizi, ne kadar uygar olduğumuzu, gerek Sümerliliklerini unutmaya başlayan gençlerimize, gerek daha sonra gelecek kuşaklara neden yazılarımla bildirmeyeyim dedim ve yaşam öykümü yazmaya karar verdim.
Böylece her tarafa, herkese, her çağa ulaşacağımı umut ediyorum. Çocukluğumdan bugüne tüm yaşantımı anımsamanın, ulusumuzun binlerce yıllık geçmişini çıkarıp hepsini biraraya toplamanın pek kolay olmayacağını tahmin edersiniz herhalde. Fakat ben bu yaşa kadar bir çok olaya tanık oldum. Arşiv ve kitaplıklarda araştırma yaptım. Büyüklerimden, çevremden bilgiler topladım. Şimdi bu biriken bilgilerin ışığı altında, yaşamıma ait hatırlayabildiğim anılarımla birlikte ulusumuzun başından geçen acı tatlı olayları, gelenek ve göreneklerimizi, inançlarımızı, Tanrılarımızı size tanıtmaya çalışacağım. Şiirlerimizden, destanlarımızdan, masallarımızdan örnekler vereceğim.
Bunları size sıkmadan okutabilirsem ne mutlu bana !. Bizim uygarlığımız belki binlerce yıl sonra yaşayan insanlara da geçecek. Bizim attığımız temeller üzerine yenilerini koyacaklardır. Ah!!! Onlar da bizi hatırlayıp bıraktığımız kültür mirasları için teşekkür edebilseler !!!...
Peki ne olmuştur da tarih ve onun en yakın dostu olan sanat, varolduğu gerçek, basit, yalın ve doğal halinden, bugünkü içinde insanlık tarihine dair olağanüstü öğeler barındıran bir kimliğe dönüşmüştür?
En büyük oyun yazarlarından biri olarak değerlendirilen İngiliz şair William Shakespeare, yarattığı karakterlerde insan doğasının en değişmez özelliklerini benzersiz bir şiir diliyle yansıtması dolayısıyla yaşadığı yüzyıldan bu yana her çağda ve her ülkede en sık sahnelenen oyun yazarlarından biri olmuştur.
W.Shakespeare, konularını İngiliz tarihindeki olaylardan alan ilk oyunu III.Richard’da, rakiplerine ve düşmanlarına acımasız davranan kötü ruhlu ve kambur Kral III.Richard’ı tasvir eder. Kurbanları arasında Londra Kulesi’nde öldürülen iki genç prens de vardır.
Tarihsel oyunlarından bazıları bir dizi oluşturur: Kral II.Richard’ın tragedyası, Henry IV’ün iki bölümü ile Henry V.
İlk oyunda güçsüz kral I.Richard, tahtından vazgeçerek tacını IV.Henry adına alan Henry Bolingbroke’a bırakır. Öbür iki oyunda, yeni kralın yönetimi sırasında sorunlar ve ayaklanmalar baş gösterir; bu sırada kralın öz oğlu Prens Hal avare ve savurgan bir yaşam sürer. Ama babasının ölümüyle tahta geçerek V.Henry adını alan Prens Hal’in döneminde düzen yeniden kurulur. V.Henry’nin orduları Fransa’da büyük zafer kazanır. Henry’nin Fransız prensesiyle evlenmesi her iki ülkeye de barış getirir.
İnsanlık tarihinde büyük yer kaplayan Ortaçağ dönemi tüm soruların cevaplarını, karanlık kapıları arkasına büyük bir maharetle gizlemiştir.
Değişmez tek bir kozmik düzen anlayışı ile Ortaçağ’ın evrensel düzeni tanımlanmıştır. Tanrı evreni yaratırken en basitten en karmaşığa doğru müthiş bir düzen içinde yaratmıştır. Her şeyin değişmez bir yeri vardır. İnsandan insana, hayvandan hayvana, bitkiden bitkiye her türün arasında bir derecelendirme sistemi mevcuttur.
Düzenin temeli bir VARLIK ZİNCİRİ’ne dayalıdır. Bu temeli zorlayan her şey yokedilmeye mahkumdur.
Geleneksel varlık zinciri, VIII.Henry ile başlayan ve sonrasında I.Elizabeth ile devam eden hanedanlık sürecinde insanlar üzerinde büyük bir baskı ile uygulanarak cehalet savunulmuş ve yönetim kolay hale getirilmiştir. Burjuvazi büyük bir güç kazanmıştır.
İnsanoğlu yarattığı bu sürece yazgı ve talih öğelerini de ekleyerek kaderci bir yaklaşımla sanat yapmıştır. İngiliz rönesansının hümanizm anlayışı trajedi ile destan arası bir yerde konumlanmıştır.
Ortaçağ döneminin insanoğlunun ego’sunu keşfettiği ve bu keşiften aldığı büyük haz ile bugün de etkisini halen sürdüren varlık zinciri temelini desteklediğini düşünüyorum. Nitekim gücün devamlılığını sağlamak üzere sanat ve tarih de bir alet olarak kullanılmıştır.
Şu an içinde olduğumuz, insanoğlunun değişip dönüşmesi ve öz’üne dönmesi gerektiğine dair bir çok mesaj vermeye çalışan 2020 yılı süresince, ben kendime dönüp bakıyor ve Sümerli atalarımın bize söylemek istediklerini çok daha iyi anlıyorum. Ve diyorum ki :
Sevgili Ludingirra,
Sana gelecekten bir mektup var. 4000 yıl sonra öğrencin olabilme şerefine nail olmak isteyen, senin topraklarından Mezopotamya’dan.
Yazdıklarını okudum, öğrendim, deneyimledim ve halen deneyimlemeye devam ediyorum. Ben de aynı senin gibi senden aldığım bayrağı, gelecek kuşaklara aktarmak için yazıyorum. Çünkü yazmayı senden öğrendim, yazıyı senin uygarlığın öğretti bana. Senin uygarlığının yarattığı zaman sistemini kullanıyor; senin uygarlığından öğrendiğimiz şekilde evlerimizi inşa ediyoruz.
Emanetin emin ellerde ve bıraktığınız kültür miraslarınız için teşekkür, minnet ve şükranlarımı sunuyorum.
Sevgilerimle,
Fatma Zuhal Serdar Tanrıverdi