Sanat, Bilim ve Tarih alanlarında kendini gerçekleştiren insanlara kendimi bildim bileli hayran olmuşumdur. Yaratımlarını destekleyen en önemli şey, doğdukları aileye, ülkeye, zaman ve kültüre dair sahip oldukları değerleri, basit ve gözlerinden gördükleri hali ile olduğu gibi ortaya koymalarıdır.
Her şey yaşamda varolduğu haliyle tanımlıdır. Onu değiştirmeye ihtiyaç yoktur. Varolduğu hali, gerçek değerini ortaya koyar..
Peki acaba her insan için, yaşamı varolduğu hali ile görmenin, duymanın, tatmanın, kokusunu almanın ve dokunmanın anlamı aynı mıdır?
İşte bu sorunun cevabı, insanoğlunun varoluşunu ve yaratım gücünü ortaya koyarak Sanat, Bilim ve Tarih alanlarında dehasını farketmesine olanak sağlamıştır. İnsanoğlu bu sayede potansiyelini keşfetmiş, gelişimine alan açmış ve cesaretle büyümeye doğru dünya tarihinde imza niteliği taşıyan adımlar atmıştır.
Evren, müziktir. Onunla temasta olmak için, frekansına uyumlanmamız gerekir. O nedenle kalp atışına “ritim" ve bedenimizin içindekilere “org"an adı verilir. Bütünün ritmi, her şeyde vardır.
Guido D’Arezzo; bugün kullandığımız nota sistemini icat eden İtalyan bir din adamıdır. Ortaçağ’da Pomposa Manastır’ında şan dersleri verirken yeni ve pratik bir nota sistemi geliştirmeye karar verir. Uzun çalışmalardan sonra yedi notadan oluşan sistemini kurar ama onlara koyacak uygun isimleri bulamaz. Yazmış olduğu Aziz Johanna ilahisinin mısralarının ilk hecelerini yedi notasına isim olarak kullanır ve bugünkü do(ut), remifasollasi oluşur.
DO : Dominus - Yaratan, Mutlak
RE : Rerum - Madde
Mİ : Miraculum - Mucize
FA : Familias Planetarium - Güneş Sistemi
SOL : Solis - Güneş
LA : Lactea Via - Samanyolu
Sİ : Siderae - Gökler
A.Einstein, evreni müzik ile hissetmiş, tadını almış ve sözleri ile de bunu açıkça dile getirmiştir :
“Fizikçi olmasaydım muhtemelen müzisyen olurdum. Müzik dinlerken sıkça düşünürüm, hayallerimi sıkça müzik eşliğinde kurarım. Müzik alanında önemli ve yaratıcı şeyler ortaya çıkarır mıydım bilmem ama kemanımla çok mutlu bir hayat geçireceğim kesindi."
Plato ise felsefesini, yaşamın içine müziği katarak tanımlamıştır :
“Müzik evrene ruh, zihne kanatlar, hayal gücüne uçma yeteneği ve her şeye hayat verir."
2020 yılı, dünya müzik tarihinin en önemli isimli isimlerinden biri olan Ludwig van Beethoven’ın 250.doğum günü nedeniyle tüm dünyada Beethoven yılı olarak kutlandı.
Beethoven şu an yaşasaydı ne düşünürdü acaba?
Beethoven, 200 yıl önce unutulmaz bir şaheser olan son eseri 9.senfoniyi bestelerken kulakları artık duymuyordu. Sağır olmuş bir müzisyen niye beste yapmaya çalışır ki? Hayatı çok büyük zorluklarla geçmiş böyle bir müzisyen, yaptığım müzik bana yeter diyemez miydi?
Filozof Alan Watts, hayatın kandırmacalar ile dolu bir yolculuk olduğunu söylüyor. Nitekim, başarıyı, mutluluğu sanki sadece o yolun sonunda bulabilirmişiz gibi geliyor çoğumuza. Oysa ki o son noktayı ararken çok önemli bir başka noktayı kaçırıyoruz.
Hayat bir müzik gibidir. O müziğin içinde varolabiliyor, kendi sesimizi duyabiliyor, ritmine ayak uydurup dans edebiliyor ve kendi şarkımızı söyleyebiliyorsak eğer; belki biz de Beethoven gibi sağır olsak da son senfonimizi besteleyebiliriz.
Beethoven, insanlara armağan ettiği bu senfoni de ilk kez enstrümanların yanına şarkı sözlerini de ekledi. Böylece orkestra hayatın bestesini çalarken insanların da ona eşlik edebilmesini sağladı.
Nerede olursak olalım, ne yaparsak yapalım, yaptığımız işi içimizdeki neşeyi, çoşkuyu ve müziği kaybetmeden yaparsak yaşamış oluruz.
Martin Luther King’in dediği gibi :
“ Eğer sizden sokakları süpürmeniz istenirse, Michelangelo’nun resim yaptığı, Shakespeare’in şiir yazdığı, Beethoven’ın beste yaptığı gibi süpürün. O kadar güzel süpürün ki gökteki ve yerdeki herkes durup “burada işini çok iyi yapan, dünyanın en iyi çöpçüsü yaşıyormuş" desin."
Hayatı müzik gibi yaşamak böyle bir şey olmalı. O notaların inip çıkması gibi biz de hayatın yollarında inip çıkacağız. Çünkü iyi bir beste için böyle bir dinamizme, esnekliğe ve dönüşebilme gücüne sahip olmamız gerekir.
Çin’deki Tiananmen meydanında özgürlüğüne koşanlara da, Brandenburg Kapısı’nda Berlin Duvarı’nı yıkanlara da bu müzik eşlik etti. Japonya’da her yıl yüzlerce yerde binlerce kişi biraraya gelerek bu şarkıyı söylüyor.
Yaşlısıyla genciyle her beraber söylemek gerekir bu hayat şarkısını. Bir hayat ancak böyle yaşandığı zaman bir anlamı olabilir diye düşünmüş olmalı Beethoven’da. Ancak böyle bir motivasyonla hiç duymadığı halde bestelemiş olmalı o dokuzuncu ve son senfoniyi.
Böyle bestelendiği için de 200 yıldır dünyanın dört bir tarafındaki insanlar tarafından söylenmeye devam ediyor. Karanlık zamanlardan çıkışın, kurtuluşun, özgürlüğün sembolü haline gelen bu şarkıyı söyleyenler de büyük bir koro halinde nasıl yaşamak gerektiğini haykırıyor.
Gelin ! Biz de katılalım bu koroya...