Hayat felsefemi oluşturan değerli hazinelerimden biri; farklı ideolojilere, farklı kültürlere, farklı sosyokültürel yaklaşımlara, ve farklı dinlere olan ilgim ve bunları araştırmaktan aldığım hazdır. İnsanoğlunun sahip olduğu muhteşem potansiyeli, farklılıkların yarattığı renkli bir yelpaze üzerinde görme fırsatı yakaladığımı düşündürtür bana.
Uzun süredir kafamı kurcalayan ve yazmak için elimin zor gittiği bir konu olan din; Netflix’de belgesel tadında yayınlanan “The Family" dizisini seyrettikten sonra beni harekete geçirdi.
“The Family", gizliliği kendisine prensip edinmiş, oldukça yaygın bir Hristiyan grubun dünya çapındaki hedeflerini gerçekleştirebilmek için Amerika-Washington,D.C.’deki nüfusunu kullanma mücadelesini anlatır. The Family yani Aile, kendilerine has bir Hristiyanlık öğretisi geliştirmiş çok gizli örgütlenen bir gruptur. Grup o kadar gizlidir ki örgütlendiğini bile kabul etmez; ancak politikacılardan siyasetçilere oradan da her türlü güç sahibi insana uzanan muazzam bir etki alanına sahip olduklarını ortaya koyar.
Seyrettiğim ilk bölümün ardından gözümün önünde beliren, “Donald Trump’ın sırtına dokunan eller" fotoğrafıyla gündeme gelen evanjelist ritüellerin, dünyanın bir çok ülkesinde değişkenlik gösteren envai çeşit yöntem kullanılarak uygulandığını görünür kıldı. Aynı zamanda büyük örgütlenmelerin, güçlü iş bölümlerinin ve genelde fazlasıyla iddialı hedeflerle hareket eden bu yapılanmaların, din yahut ideoloji merkezli yönetim şemalarıyla kendilerine ait yeni bir inanç sistemi ve bu sistemle birlikte gelmesi beklenen güç üzerinden hareket ettiğini de çok net bir şekilde gösterdi.
“The Family" belgeseli sayesinde din konusuna yönelik yazı yazmaya elimin neden gitmediğini daha iyi anladım. Muhteşem bir potansiyele sahip olduğuna inandığım insanoğluna, din konusu devreye girince tarafsız bakamadığımı farkettim. Bir an da karanlık yönümü gördüm. Dinin ne kadar güçlü bir afyon olduğunu hissettim. Ve hemen yönümü aydınlığa çevirdim. Çevirdiğim tarafta beni Dalai Lama karşıladı. Aylar önce okuduğum 2 kişi arasında geçen anlamlı bir söyleşiyi hatırladım.
Latin Amerika özgürlük teolojisine aktif desteğiyle tanınan Brezilyalı bir teolog, filozof, yazar ve eski bir Katolik rahip olan Leonardo Boff ile Dalai Lama arasında geçen söyleşi (Kaynak: Dr.Moris TAVİKİ)
“Bir masa etrafında oturmuş, din ve hürriyet hakkında fikir alışverişinde bulunurken, merak ve biraz da hınzırlık olsun diye Dalai Lama’ya sordum:
“Kutsal efendim, sizce en iyi din hangisidir?"
Tibet Budizmi ya da Hristiyanlıktan çok daha eski doğu dinleri demesini beklerken; Dalai Lama durdu, gülümsedi ve gözlerimin içine bakarak;
“ En iyi din, seni Tanrı’ya en çok yaklaştırandır. Seni daha iyi insan yapan hangi dinse, en iyi din odur."
Bu kadar bilgi bir cevap karşısında şaşkınlığımdan kurtulmak için devam ettim:
“Daha iyi insan derken?"
Dedi ki:
“Yani daha insaflı, daha duygusal, daha umursamaz, daha sevgi dolu, daha merhametli, daha sorumlu, daha etik kılan din hangisi ise işte en iyi din o’dur."
Bir an sessiz kaldım. Bugün bile bu bilge ve kaçınılmaz cevabı takdir ve hayranlıkla anımsıyorum.
“Dostum, hangi dinden olduğun ya da ne kadar dindar olduğun beni zerre kadar ilgilendirmez. Beni ilgilendiren, ailene, işine, çevrene ve hatta dünyaya karşı duruşundur. Unutma ki evren, senin davranış ve düşüncelerinin yansımasıdır. Aksiyon - Reaksiyon kuralı sadece fizikte yoktur. İnsan ilişkileri de bundan etkilenir. İyilik yaparsan iyilik, kötülük yaparsan kötülük bulursun.
Atalarımızdan duyageldiklerimizin hepsi gerçek. Başkaları için ne diliyorsan, kendin için de onu yaratırsın. Mutlu olmak kader değil seçeneğindir."
Ve sohbeti şöyle sonlandırdı:
“Düşüncelerine dikkat et, çünkü onlar Söz olur,
Sözlerine dikkat et, çünkü onlar Davranış olur,
Davranışlarına dikkat et, çünkü onlar Alışkanlık olur,
Alışkanlıklarına dikkat et, çünkü onlar senin Karakterini oluşturur.
Karakterine dikkat et, çünkü o senin kaderini oluşturur.
Kaderine dikkat et, çünkü o senin yaşantın olur.
Gerçek’ten daha iyi din yoktur."
Hepimiz içimizde hem karanlık hem de aydınlık yönlerimizi barındırıyoruz. Önemli olan hangi yönümüzü daha fazla beslediğimizdir.
Hayat bir kelebek etkisi. Seyrettiğim bir film sayesinde farkettiğim karanlık yönüm; ve yine seyrettiğim bir film sayesinde buluştuğum aydınlık yönüm.
Yani her şey bir denge...