Rusya’da en yüksek not 5 iken, bir çocuğun boş kağıt verse bile alabileceği en düşük not 2 imiş. Bu uygulamadan yeni haberdar olan biri, şaşkınlıkla Moskova Üniversitesi’ndeki Dr.Theoder Medraev’e sormuş :
“ Boş kağıt veren bir öğrenciye neden “0" yerine “2" veriyoruz, niye öğrencilere adil davranmıyoruz?"
Medraev bu soruyu :
“ Her sabah 7’de soğuk havalarda bile kalkıp okula gelen, tüm dersleri takip eden, toplu taşıma ile sınava saatinde yetişen ve soruları cevaplayamasa bile en azından sınava giren, başka bir hayat yaşayabilecekken okumayı seçen birine nasıl “0" verebiliriz?"
diyerek cevaplamış ve ardından eklemiş :
“ Sadece sınavdaki sorunun cevabını bilmiyor diye hiçbir öğrenciye “0" veremeyiz. En azından insan olduğu ve denediği için o öğrenciler de saygıyı hakeder. Her insan sadece varlığı ile bile bu dünyada anlam yaratır. Hiçkimse amaçsız olarak varedilmemiştir."
Doğduğumuz andan itibaren küçüklü büyüklü ne kadar farklı sınavlar ile karşı karşıya kalıyor, her sınavı deneyimliyor, kimi zaman aldığımız “0" lar nedeni ile vazgeçiyor, kimi zamanda aldığımız “10" lar sayesinde yol alıyor ve mutlu oluyoruz.
Peki ama, aldığımız “0" lar nedeni ile arkamızda keşfedilmeyi bekleyen hangi potansiyellerimizi bırakıyoruz?
Tüm okul hayatım boyunca aklımda kalan ve unutmadığım anılarımdan biri, Orta-1.sınıfta (yani bugünün 6.sınıfında) Türkçe dersinde yazdığım bir öykü ile ilgilidir.
Türkçe öğretmenimiz hepimizden ödev olarak başımızdan geçen bir olayı ya da yaşadığımız bir an’ı öykü olarak yazmamızı istemişti. Öykü yazma konusunu işliyorduk. Bizim zamanımızda Türkçe dersleri Dilbilgisi ve Kompozisyon olarak ikiye ayrılıyordu. Hatta sınavlarımız bile her iki bölümden olurdu. Türkçe sınavlarımızda mutlaka kompozisyon yazardık.
Benim öyküm ilkokul 2.sınıfta, sınıfça yaptığımız bir köy gezisi ile ilgiliydi. O geziden çok etkilenmiştim. İlk defa bir köy görmüştüm. Köy çocukları ve köyde yaşayan insanlar bana çok değişik gelmişti. Özellikle de köyün içinde herkesin “Köyün Delisi" olarak adlandırdığı bir kız vardı. Benim çok dikkatimi çekmişti. Yanına gidip konuşmak istediğimi hatırlıyorum.
Ertesi gün sınıfta Türkçe öğretmenimiz, yazdığımız öyküleri sordu ve okumak isteyenlerin parmak kaldırmasını istedi. Sınıfta tek parmak kaldıran bendim. Gerçekten de okumayı çok istiyordum. Çünkü çok isteyerek ve severek yazmıştım. Ve öğretmenim beni tahtaya kaldırdı. Yazdığım öykümü tüm sınıfa karşı okudum. Okumayı bitirdiğimde sınıfta çıt çıkmıyordu. Bir an için öğretmenim ile göz göze geldim. Bana hiç de güzel bakmıyordu.
“ Bu öyküyü sen yazmış olamazsın. Otur yerine."
diyerek beni yerime gönderdi.
O günden sonra bir daha yazı yazmadım. Taa ki, çok sevdiğim bir arkadaşım websayfamın hazırlığı için, “ Senden 1 ay içinde 10 adet makale istiyorum. " diyene kadar.
O gün bugündür yazı yazıyorum ve yazmaktan çooook büyük keyif alıyorum. Yazdıkça da ortaokul sıralarında aldığım bir “0" a, arkamda keşfedilmeyi bekleyen potansiyelimi, 45 yaşımda farketmemi sağladığı için teşekkürlerimi sunuyor ve sevgilerimi gönderiyorum.
Yıkmak, yermek, eleştirmek, “0" vermek çok kolay. Asıl zor olan, yapıcı yaklaşarak ilmek ilmek yol almak, yol aldırmak. Hakkımız yense de, “0" alsak da, hayatın önümüze getirdiği sınavlarda asıl hakettiğimiz notumuz en az “2". Ve ilkinde başarısız olsak da, deniyor olmamız en büyük başarı...
Yaşamı her haliyle kucaklamak için ben denemeye değerim...