Yaşam Yolumu Aydınlatan Müthiş İkili: SANAT ve TARİH

Yaşam Yolumu Aydınlatan Müthiş İkili: SANAT ve TARİH

Kendimi bildim bileli bir kitap kurdu olduğumu düşünürüm. Velakin  bir kitap kulübü ile kitap okumanın  hayallerimin, kalbimin ve ruhumun derinliklerine giden kapının sihirli bir anahtarı olduğunu keşfettiğim andan itibaren, kitap okumak  benim için daha da paha biçilmez bir hale dönüşmüştür.

 

Kitap kulübü ile başladığım serüvenim, arkasından ortak noktası sadece kitap gibi görünen farklı atölyeleri getirdi bana. Bir baktım ki hiç aklımda yokken birer birer bu atölyelere katılmaya başlamışım.

 

Kendimi mutlu etmek adına yaptığım seçimlerin aslında yaşam amacımı destekleyen ve hayalini kurduğum profesyonel meslek hayatıma hizmet eden çok değerli fırsatlar olduğunu bilmeden...

 

Her Pazartesi sabahı haftamı, sevgili Kent Kabilem ile birlikte Aktif Okuma Atölye’mde karşılıyorum. Moderatörümüz sevgili Funda Sakaoğlu Eryek tarafından kurulan  değerli kabilem ile sanatın ve tarihin gizemli koridorlarında keyifli yolculuklar yapıyoruz. Her yolculuğumuzdan kendime dair beni şaşırtan farkındalıklarımı keşfederek ayrılıyorum. Sanatın ve Tarihin aslında birbirinin içine geçen ve insanın varoluş sürecini ortaya koyan muhteşem bir ikili olduğunu deneyimliyorum, yaşıyorum ve öğreniyorum.

 

Deneyimlediklerim ve öğrendiklerim her hafta kalbimden ve ruhumdan kelimeler ile kağıda akarak, küçük bir hikaye ile kendini varediyor.

 

 

Kimi zaman bu hikayemin kahramanları mitolojinin güçlü Zeus’u ile güzeller güzeli Hera olurken :

 

“ Bazı geceler başımı kaldırıp gökyüzüne baktığımda yıldızları gözlemlerim. Hatta en parlak olanlarına odaklanır ve onlara isimler veririm. Sonra başlarım onlarla oynamaya. Tıpkı atalarımızın binlerce yıl öncesinde yaptığı gibi. Yıldızlardan biri tanrıların tanrısı baş tanrı çapkın Zeus olurken, diğeri  güzeller güzeli, kıskanç ve güçlü Hera olur. Zeus’un Hera’ya olan aşkı gökyüzünü bir ışık cennetine çevirir sanki. Muhteşem bir ışık şöleni altında dans edişlerini izlerim. O an zaman yoktur, mekan yoktur. Sadece an vardır. Evren beni alır ve o an’a götürür. İzlediğim bir yaradılış hikayesidir. 

 

Yıldızlar doğar, yaşar ve ölürler. Yıldızların ölümü, gerçekte bir yaradılış ve yokoluş hikayesi gibidir. Ve her yıldızın ölümü aynı değildir. Bazıları sessizce ebedi uykusuna çekilirken bazıları evrende yok edici cenazeler bırakır. Bazıları da büyük patlamalarla yaşamlarına son verir ve fırlattıkları her atom, her toz zerresi evreni inşa eder, bildiğimiz her şeyi ve bizleri vareder.

 

Ve bizler, işte bu yıldızların tozlarıyız, belki de..."

 

 

Kimi zaman da kadın ve erkeğin varoluş hikayesi ile başlayan ve adına “Evlilik" dediğimiz kurumu vareden yepyeni bir hikayeye dönüşür :

 

“ Gök ve Yer birleşti. Kadın ve Erkeği yarattı. Adem ve Havva’yı doğurdu. Dünya yeniden doğdu. Tanrılar ve Tanrıçalar sardı dünyanın dört bir yanını. İnsanoğlu doğa ile bütünleşti. Tanrı ile özdeş kıldı kendini. Kutsadı birleşme anını. Toprak canlandı, gökyüzü çoştu, bolluk bereket ile yıkandı dünyanın her bir köşesi. Zeus aşkını ilan etti Hera’ya. Kadın ve Erkek yeniden varoldu, dişil ve eril parladı gökyüzünde. Yeniden şekillendi kadın ve erkeğe dair her şey. Toprak (Gaia) ve Gök (Uranos) ile başlayan kutsal evlilik, Zeus ve Hera ile dünyanın dönüşümüne şahitlik etti.

 

Kadın yeniden varetti kendini, yeni misyonlar yüklendi. Yaratıcılık ile başlayan sürecine doğurganlığı damga vurdu. Tanrının  yüzü oldu. Bir süre sonra diğer yüz kıskandı bu durumu. Paylaşmak yerine sahip olmak istedi bu güce ve dur dedi. Ben de varım.

 

Ve başladı en büyük kavga dünya üzerinde, kadın ve erkek arasında. Erkek benim dedikçe, kadın sustu. Kadın kendini anlatmaya çalıştıkça, erkek susturdu onu. Suskunluk, öfke ve kızgınlık ile besledi kadını, içindeki intikam ateşini tutuşturdu.

 

Ama Hera korudu evliliği. Her daim yuvanın dişi kuşu oldu. Evrenin verdiği kutsal yaratım gücüne sarıldı,  her daim besledi kendini ve eşini.

 

O zaman şimdi Yer ve Gök’ün, Tanrı ve Tanrıça’ların, Adem ve Havva’nın zamanı...

 

Şimdi özgürleşme zamanı.

 

Şimdi duygularının sorumluluğunu alma zamanı...

 

Şimdi farkedilme, duyulma ve önemsenme zamanı...

 

Kimbilir belki de aramızda nice Zeus ve Hera’lar yaşıyor..."

 

 

Ve bu dönüşüm ile birlikte Evlilik, büyür, gelişir; adına Aile dediğimiz sosyal bir kuruma evrilir ve tarihin tozlu sayfaları arasından kendi hikayesi ile varolur:

 

“ Evlilik teklifim hiç hayal ettiğim gibi olmadı. Peki, “ Hayalim neydi?"  diye kendime sorduğumda aslında hayalimi de çok net bilmediğimi daha doğrusu hiç dillendirmediğimi ve o anı hayalimde canlandırmadığımı farkettim. Evlilik ile beraberlik arasındaki fark neydi benim için?

 

İlk evlilik sözleşmesi, Antik Mısır’ın son hanedanları döneminde yapılmış ve sözleşmeye temel alınan konu; nafaka ve mal varlığı ile ilgili olmuştur. Sonrasında bu sözleşmeye, kadının zina yapması, kadının varis getirememesi gibi durumlarda neler yapılacağına dair bilgiler de eklenerek sözleşme maddeleri çoğaltılmıştır.

 

Evlilik, ardında bir sosyal düzeni barındırmakla birlikte temellerini bir değerler sistemine bağlayıp kurumsallaşmış bir yapıyı ortaya koyar. Yıllar hatta yüzyıllar geçtikçe yazılı olmayan kurallar üzerimize yapışarak evlilik adlı kurumun ortaya çıktığı günden bugüne çok farklı bir şekil aldığını gösterir.

 

 Acaba Antik Mısır’daki atalarımız bugünkü evlilik kurumunu görseler ne derlerdi?

 

Yıllar içinde kadın acı çeken, erkek de acı çektiren taraf olmuşken; kadın kendini sığınma duygusunun  ardına saklayarak erkeğine bağlanmış, erkek de kadını sahiplenerek kendini ifade etmiştir.

 

“ Evlilik ortaklıktır." ifadesini severim. Çünkü evliliğin bir hayal ortaklığı olduğunu düşünürüm. Ortaklık içinde dengeyi barındırır. Kadın ve Erkek, ortak hayallerine giden yolda birey olmalarına izin vererek hayallerini besledikleri müddetçe sağlam bir evlilik bağını oluşturacaklardır. Bu bağın bir ucunu, resmi bütün olarak gören (tümdengelen) kadın tutarken, diğerini resmi parçalar halinde gören (tümevaran) erkek tutacaktır."

 

 

Postyapısalcı felsefe ve postmodernism üzerine olan çalışmalarıyla tanınmış Fransız düşünür ve sosyolog Jean Baudrillard diyor ki :

 

“ Sanat; yaşamın bir olumlaması olmalıdır, başka bir yaşam getirmeye çalışmak değil. Yalnızca yaşadığımız ve zihnimizi, arzularımızı aradan çıkartıp kendi bildiği gibi davranmasına izin verdiğimizde öylesine mükemmel olan yaşamın ta kendisine uyanmanın bir yolu olmalıdır."

 

Kendi gerçekliğimi ifade etmeme alan açan, insanı varoluş süreci ile ele alarak anlamamı sağlayan ve şu an içimden geçenleri paylaşmamda, sadece okumak değil yazmanın da etkili bir araç olduğunu öğreten sevgili Kabileme ve Moderatörüm Funda Sakaoğlu Eryek’e şükranlarımı sunuyorum.

 

 

“ Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir."

                                                                                  M.Kemal ATATÜRK




Sosyal Medyada Paylaş



Siz Hala Profesyonel Destek Almıyor musunuz?

Size Nasıl Yardımcı olabilirim?

" Değişimin sırrı, tüm enerjini eskiyle savaşmak yerine yeniyi yaratmak için odaklanmandır." -Socrates

Hadi bu sırrı birlikte keşfedelim...

İLETİŞİM

Hayallere doğru bir yolculuğa çıkmaya var mısınız?