Covid-19 ile Evrimleşen İnsanlık

Covid-19 ile Evrimleşen İnsanlık

Bundan 2500 yıl önce Sun Tzu, savaş sanatında şöyle der :

 

“ En büyük zafer savaşmadan kazanılandır."

 

Savaşmadan zafer kazanmak için ne ile karşı karşıya olduğumuzu bilmenin önemini vurgular.

 

Bundan 500 yıl önce ise modern felsefenin kurucularından Francis Bacon, 17.yüzyılda Latince olarak yazdığı modern düşüncenin ve bilimsel bilgiye ulaşmanın en önemli kaynaklarından biri kabul edilen Novum Organum’da :

 

“ Anlamak, bilmektir; bilmek, hükmetmektir."

 

diyerek bilim ve bilime dayalı teknolojiye atıf yapar. İnsan, bilim yapmalıdır. Yani doğayı tanımalı ve anlamalıdır. Ancak bu şekilde edindiği bilgilerden yararlanarak incelediği doğaya hakim olabilir, onu kontrol edebilir ve üzerinde etkide bulunarak birtakım değişiklikler yapabilir.

 

Sun Tzu ile Bacon arasında 2000 yıl olmasına ve çağların değişmesine rağmen gücü yönetmenin yolunun tek bir ortak noktada buluşması ne garip değil mi?. Bilgiyi dizayn edenler çağa da hükmediyor. Bugün dünya yeni bir çağ ile karşı karşıya. 21.yüzyılın hikayesi noktalanırken artık devletlerin etkisi eskisi kadar güçlü değil. Yeni çağın süper gücü ne ABD, ne Çin, ne de Rusya. Farkında olalım ya da olmayalım dijital imparatorlukların çağına giriş yapmış bulunmaktayız.

 

Ve tam bu noktada, gözle dahi göremediğimiz bir virus tüm insanlığa kafa tutuyor. Sen mi güçlüsün yoksa ben mi diyerek üzerinden bir sene geçmiş olmasına rağmen etkisini hala ilk günkü gibi,  hatta ondan bile daha güçlü şekilde ortaya koyuyor. Yaşam hakkımızı tehdit ediyor. Yaşam alanlarımızı kapatıyor, kısıtlıyor. Yaşama hakkımızı elimizden alıyor.

 

Peki acaba bize ne söylüyor? ne söylemek istiyor? Üzerinden geçen bunca zaman içinde insanlık bu süreçte neyi deneyimledi? Bu süreçten ne öğrendi?

 

Henüz bu soruların cevaplarını tam olarak verebildiğimizi düşünmüyorum. Verebilmiş olsaydık şu an KAPAN-MA ya da KAPANMA-MA gibi kelime oyunları yaparak birbirimizi kandırmazdık.   

 

Sapiens ve Homo Deus kitapları ile son döneme damgasını vuran Tarihçi/Yazar Yuval Noah Harari, en son Ocak 2020’de yapılan Davos Zirvesi’ndeki konuşmasında, biyoloji ve verinin bugünkü bilişim kapasitesiyle bir araya geldiğinde yakın gelecekte doğurabileceği benzersiz tehlikelere dikkatimizi çekerken, aynı zamanda korona virüse yönelik zihnimde dönüp duran soruların cevaplarını da vermiştir.

 

Yuval Noah Harari diyor ki :

 

Muhtemelen Homo Sapiens türünün son örnekleriyiz.

 

Önümüzdeki dönemde bedenimizi ve zihnimizi yeniden inşa etmenin yollarını bulacağız.

 

Dolayısıyla veri 21.yüzyıl ekonomisinde yeni bir ürüne dönüşecek.

 

Tekstil, otomobiller ya da silahlar değil; bedenler ve zihinler geliştireceğiz.

 

Yaşamın neye dönüşeceğini veriyi yönetenler belirleyecek.

 

Veriyi kontrol edenler sadece insanlığın değil, yaşamın geleceğini tanımlayacak.

 

Veri dünyanın en önemli varlığı haline gelecek.

 

Oysa ki geçmişte bunun karşılığı araziydi.

 

Ancak bu çok küçük, kısıtlı bir zümreye aitti.

 

Endüstri çağında makinelerin önemi, arazinin değerini geride bıraktı.

 

Çok sayıda makinenin az sayıda insanın hizmetine girmesi insanlar arasında sınıfları doğurdu. Sermaye ve işçi sınıfı böyle doğdu.

 

Bugün ise veri, makinelerin yerini alıyor.

 

Ve aynı şekilde verinin kontrolü az sayıda insanın eline geçerse insanlık sınıflara değil, farklı türlere ayrılacak.

 

Veri önemli; çünkü bugün sadece bilgisayarlara değil, organizmalara da müdahele edebiliyor, onları bir anlamda “hack" ediyoruz.

 

İnsanı hack etmek için güçlü sistemlere ve bol miktarda veriye ihtiyacımız var.

 

Bedenin nasıl çalıştığına dair bilgilere sahip olmamız gerek.

 

Bugüne kadar kimse insanı hack etmek için ihtiyaç duyulan veriye ve cihaza sahip değildi. Vatandaşların her adımını, her detayını istihbarat ağlarıyla takip eden devletler dahi bu verileri işlemek ve anlamlandırmak için gereken güçten mahrumdu.

 

Bugün bu değişiyor. İki parallel evrim bunu mümkün kılıyor.

 

Makine öğrenimi ve yapay zeka ile biyoloji ve beyin bilimi konusundaki gelişmeler insanı çözmemizi sağlıyor.

 

150 yıllık çalışmalarımızın sonucunda organizmaların aslında bir algoritmadan ibaret olduğunu öğrendik.

 

Ve artık bu algoritmaların şifresini çözme yeteneğine kavuştuk.

 

Biyokimyasal verileri elektronik sinyallere çevirerek bilgisayarların analiz edebilmesini sağladık.

 

Yeterince veri ve bilişim gücüyle bizi bizden daha iyi tanıyan yapılar ortaya koyabiliyoruz.

 

Bu gücün ve bilginin yaygınlaşmasıyla birlikte kendimizi Amazon’dan, Ali Baba’dan ya da istihbarat servislerinden saklamamız zorlaşacak.

 

Internette dolaşırken sosyal medyada vakit harcarken ya da video izlerken algoritmalar göz hareketlerimizi, kalp atışlarımızı, zihin aktivitelerimizi takip ederek bizi profilleyebilecek.

 

Reklamlar bize ürünlerini pazarlarken cinsel eğilimlerimizi dahi bilerek kişiselleştirme yapacaklar.

 

Biz bunun farkında olmayacağız ancak onlar olacaklar.

 

Bizim tutkularımızı okuyup ona göre teklifler sunacaklar.

 

Bu çağ bir “Dijital Diktatörlük" yaratabilir.

 

Demokrasi bilgiyi farklı kurumlara dağıtarak karar mekanizmaları yaratır.

 

Diktatörlükler ise bütün bilgi ve gücü tek noktada yoğunlaşarak işleri yürütür.

 

21.Yüzyıl’daki yapay zeka ve makine öğreniminin ortaya çıkardığı güç, demokrasinin üstünlüğünden yana duran ibreyi diktatörlüklere doğru savurabilir.

 

Demokrasi merkezi veri işlemeyi mümkün kılan yapılara uyum sağlayamazsa insanlar dijital diktatörlüklerin boyunduruğu altına girebilir.

 

Bugün dahi teknolojileri kullanan demokratik görünümlü (ABD, İsrail gibi) ülkelerin bu tip yapılar kurmak için çalıştığını gözlemliyoruz.

 

Verinin kontrolü bir elit grubun dijital diktatörlüklerden daha radikal yapılar ortaya çıkarmasına yol açabilir.

 

Bu elitler insan bedenine hükmetme yeteneğiyle yaşamın geleceğine karar vermeye yönelebilir.

 

Bilim, doğal evrim süreçlerini akıllı tasarıma aktarma görevini üstleniyor.

 

Bu tasarım, bulutlardaki Tanrı’nın değil; bulut sistemlerini kullanan IBM, Microsoft gibi şirketlerin aklını temel alıyor.

 

Bilim, bizi organik sınırlarımızdan inorganic sınırlara taşıyacak.

 

4 milyar yıllık organik yaşamdan akıllı tasarımın şekillendireceği inorganic yaşama sürükleniyoruz.

 

Verinin kimin elinde bulunduğunu bu yüzden her zamankinden daha önemli.

 

Arazinin ya da makinelerin sahipliği ve kullanımına yönelik düzenlemeler konusunda bilgi ve tecrübeye sahibiz ancak verinin düzenlenmesine yönelik bilgilerimiz yetersiz.

 

Bu zor, zira arazi ve makinelerin aksine bilgi birçok yerde dağılmış halde ve kolayca kopyalanabiliyor.

 

Sahiplikten söz etmek çok zor.

 

Bu konuda bir şeyler yapma sorumluluğunu devletlere, politikacılara yüklemek de akıllıca değil, çünkü onlar da yeterince güvenilir değiller.

 

Birçok politikacı ve hükümet geleceğe yönelik vizyon çizme konusunda yetersiz.

 

Toplumlara sundukları geçmişe yönelik nostaljik hikayelerden ibaret.

 

Bir tarihçi olarak konuşayım; geçmiş sandığınız kadar eğlenceli değildi, o devirlerde yaşamak istemezdiniz. Ve geçmişe dönmek mümkün değil. Bu bir çözüm olamaz.

 

Verinin sahipliği konusunda bilim insanlarına, hukukçulara, filozoflara hatta şairlere danışmamız gerek. Bu sadece insanlığın değil, tüm yaşamın geleceğini ilgilendiren bir açmaz.

 

Bu sorun, önümüzdeki birkaç on yıl içinde gündemimize gelecek. 200 yıl sonra zaten bugünkü anlamda insanların kalacağını sanmıyorum.

 

Bambaşka bir tür ortaya çıkacaktır.

 

Bugün insanların çoğu, veri denince ne satın aldığı, hangi linke tıkladığını düşünüyor; ancak esas önemli olan biyolojik veriler.

 

Hack edilecek tek şeyin bilgisayarlar olduğunu sanıyorlar ancak beden çok daha büyük bir hedef.

 

Asıl hedef beyindir.

 

Ülkem İsrail, Batı Şeria’da dünyanın hiçbir yerinde görülmemiş bir takip sistemi inşa ediyor. İnsanların her anlamda her adımını kontrol etmeye çalışıyor.

 

Çin, Kuzey Kore ve ABD’de  öyle.

 

Ancak bugün bu takip, hala geleneksel sistemler üzerinden yürüyor.

 

Yarın bir akıllı bileklik takmaya mecbur kalacağımız yapılarda işler daha da değişecek. Sokakta liderinizin posterini gördüğünüzde ne hissettiğinizi merkeze rapor edecek tarzda sistemlerden söz ediyorum.

 

Eğer iyi niyetli bir küresel mutabakat olmazsa hiçbir devlet böyle bir yarışta geride kalmak istemeyecektir.

 

Bu sorunun çözümü birçok farklı grubun ortak çalışmasını gerektiriyor.

 

En büyük çelişkileri sağlık alanında yaşayacağız.

 

Mahremiyet ile iyi hizmet arasında tercihler yapmamız gerekecek.

 

Daha iyi bir teşhis ve tedavi için bedenimizde ve beynimizde olan bitene yönelik yetkiler vereceğiz.

 

Sanıyorum sağlık kazanacak. İnsanlar daha iyi sağlık için mahremiyetlerinden vazgeçecek.

 

Hatta bazı ülke ve durumlarda bu mecburi olacak.

 

Daha iyi şartlarda bir sigorta istiyorsanız bu verileri vermeniz gerekebilecek.

 

O zaman bu demektir ki, insani değerlere ve etiğe hiç olmadığı kadar sıkı sarılmamız gerekiyor. Kendi sorumluluklarımızı makinelere yaptıramayız. Yapay zeka ve dijital teknoloji bize “Etikten kurtul geç" kartı vermiyor. Tam tersine ihtiyacımız var. Yaratılan her algoritmayı şüphe, gözlem ve inceleme ile desteklemek, insani değerlerimizle beslemek ve doğayı değiştirmek yerine örnek almak, yapacağımız her devrimsel buluşu tüm evren için kullanılabilir hale getirecektir.




Sosyal Medyada Paylaş



Siz Hala Profesyonel Destek Almıyor musunuz?

Size Nasıl Yardımcı olabilirim?

" Değişimin sırrı, tüm enerjini eskiyle savaşmak yerine yeniyi yaratmak için odaklanmandır." -Socrates

Hadi bu sırrı birlikte keşfedelim...

İLETİŞİM

Hayallere doğru bir yolculuğa çıkmaya var mısınız?