Bazen hayatımın belli dönemlerinin tekrar tekrar önüme geldiğimi düşünürüm. Hatta bu düşüncemi ifade etmek için Türkçemizdeki, “ Isıtıp ısıtıp önüne koymak " deyimini sıkça kullanırım.
“ Isıtıp ısıtıp önüne koymak : Daha önce olmuş bilinen bir olayı veya konuyu pek çok defa ortaya koymak, ileri sürmek, tekrar tekrar anlatmak."
2012 yılında yayınlandığında büyük ilgi uyandıran ve ele aldığı konu ile pek çok platformda tartışma yaratan Bulut Atlası filmi, yaşadığım bu dönemleri anlamama yardımcı olmuştur.
David Mitchell’in aynı adlı romanından uyarlanan filmin yönetmenleri Wachowski Kardeşler ve Tom Tykwer; altı farklı hikayeyi, altı farklı zamanda, aynı ruhta Bulut Atlas üzerinden anlatırlar. Cinsiyetleri, işleri, yaşadıkları yerler ve zamanlar birbirinden bağımsız olan altı ana karakterin ortak bir yanı vardır. Kendi hayatlarında veya kendi içlerinde yaşadıkları sorunlar sonucunda, bir dönüm noktasına gelirler. Hepsi yaşadığı dönüşüm sonrasında ise kendi içlerinde büyük çaplı bir kelebek etkisi yaratarak, birbirlerinin hayatlarını etkilerler.
Film de der ki ;
“ Eski yollarımızı, patenciler gibi tekrar tekrar geçeriz. "
Benim için tam anlamıyla BİNGO cümle 😊...
Ve sonra devam eder ;
“ Hayatlarımız sadece bize ait değil. Beşikten mezara kadar diğerlerine bağlıyız. Geçmişten geleceğe, işlenen her bir suç ve yapılan her bir iyilik geleceğimizi yeniden şekillendirir. "
Bu cümleleri okudukça, dinledikçe ve yazdıkça farkediyorum ki, Kuantum Fiziği beni fazlasıyla içine çekiyor.
Kuantum dolanıklık ilkesine göre, ana kaynaktan çıkan moleküller farklı yerlere gitseler bile etkileşim içersinde olurlar. Hatta evrenin iki farklı ucunda olsalar dahi, biri herhangi bir etkiye maruz kaldığında diğerine dokunulmamasına rağmen, aynı etkiyi aynı anda onda da görürüz.
Tam bu noktada aklıma insan ve medeniyet kavramları geliyor. Medeniyet, teknoloji, sanal dünya ve kuantum isimleri ile, varoluşu, yaradılışı ve en önemlisi insanı keşfetmek adına yaptığımız tüm çalışmalar, belki de şu an Afrika’da yaşayan bir kabileden kolaylıkla öğreneceğimiz kadar yanıbaşımızda.
“ Afrika’da çalışan antropolog, bir kabilenin çocuklarına oyun oynamayı önerir. Çocukları meydana toplar. İleride görünen ağacın altına koyduğu meyvelere ilk ulaşanın ödülü, o meyveleri yemek olacaktır. Çocuklara :
“ Haydi, şimdi başlayın ! Birinci olan meyveleri alacak ! "
der. O an bütün çocuklar el ele tutuşur, koşarlar, ağacın altına beraber varırlar ve hep beraber meyveleri yemeye başlarlar.
Antropolog neden böyle yaptıklarını sorduğunda şu cevabı verirler :
“ Biz “UBUNTU" yaptık. Yarışsaydık yarışı kazanan bir kişi olacaktı. Nasıl olur da diğerleri mutsuzken yarışı kazanan bir kişi ödül meyveyi yiyebilir? Oysa biz UBUNTU yaparak hepimiz yedik."
Ve UBUNTU’nun anlamını açıklarlar :
“ Ben, “BİZ" olduğumuz zaman “BEN’im. "
1984 yılında Nobel Barış Ödülünu kazanan Güney Afrikalı Anglikan Kilise’sinin Başpiskoposu Desmont Tutu, UBUNTU’yu şöyle açıklar :
“ UBUNTU’ya inanan bir insan diğerlerine açıktır, diğerlerine olumludur, diğerleri iyi ve yetenekli olduğunda tehdit altında hissetmez, onun daha büyük bir bütünün parçası olduğunu bilmekten gelen bir özgüveni vardır ve diğerleri aşağılandığında, küçük düştüğünde, zulüme uğradığında ya da ezildiğinde kendini de aşağılanmış hisseder."
Çok sevdiğim bir Afrika atasözü der ki :
“ Hızlı gitmek istiyorsan yalnız git, uzağa gitmek istiyorsan birlikte git..."
Bireyselcilik, bencillik, kişisel başarı gibi fenomenlerin yükselişte olduğu bu dönemde UBUNTU yapmanın kolay olmadığını bildiğim gibi imkansız olmadığını da biliyorum. Bunların yerine toplu olarak ilerlemenin, birlikte başarmanın ve paylaşmanın yükseldiği bir dünya hayal ediyorum.