Kadın kimdir? Kadınlık denilen şey gerçekte nedir?
Tarih der ki :
“İlk insan Adem’dir. Erkektir. Havva, onun kaburgasından yaratılmıştır. Adem’in eşidir."
O zaman kadın ve erkek bir’dir. Biribirini tamamlayandır, bütünleyendir. Eril ve Dişildir. Anne ve Baba’dır.
Yüzyıllar boyunca varoluşunu anlamaya, keşfetmeye çalışan insanoğlu BEN’iyle tanıştıktan sonra, tamamlayan ve bütünleyen yanını bir yana bırakarak BEN’ninin peşinden koşmaya başlamıştır. Fiziksel güç üstünlüğüne sahip olan erkek (eril), gücünün elinden gidebileceğini hissettiği an ortaya çıkan BEN’nini tanrısallaştırarak, eşim dediği kadınını (dişisini) alçaltmış, küçültmüş ve kölesi haline getirmiştir.
Ve o zaman KADIN köklerinden yeniden doğmuştur.
Kadın Havva’dır.
Kadın Venüs’dür.
Kadın Kibele’dir.
Kadın Afrodit’tir.
Kadın Hera’dır.
Kadın Tanrıça’dır.
Kadın Kraliçe’dir.
Kadın ANNE’dir.
Kadın yaratandır; kadın yaşatandır; kadın besleyendir; kadın dönüşendir; kadın yenilenendir; kadın bolluktur; kadın berekettir; kadın şifadır.
Kızılderililerde bir savaşa girip girmeme kararını kabilenin en yaşlı kadını verirmiş. Çünkü ancak yavrusunu 9 ay karnında, 19 ay memesinde taşıyan bir kadın, bunun oğlunun uğrunda canını vermeye değer olup olmadığını bilebilirmiş. Toplumun kaderini belirleyen kararlarda KADIN konuşur, dişilliğini, sezgisini, anaçlığını, sevgisini ve yaratıcılığını yansıtır, ERKEĞİNE destek olurmuş. Erkeğini savaşa göndermeyi bir onur, bir erdem bilirmiş kendine.
Üzerinde yaşadığımız topraklar çağlar boyunca kadın erkek demeden bir olma bilinci ile kendini varetmiştir. Adına Mezopotamya dediğimiz bu topraklarda tarih boyunca farklı kavimlerin bir arada yaşadığı bir bölge olmuştur. Bölgeye uzun süre devam eden sürekli göçler, hem siyasi iktidarın belirli bir çizgi izlemesini engellemiş, hem de kültürel ve teknolojik anlamda kent ve toplumların gelişimini körüklemiştir. Verimli toprakları ve uygun iklim şartları nedeniyle çok eski zamanlardan beri yoğun göçe sahne olmuş Mezopotamya, bir çok farklı kültür ve halkın karıştığı bir bölge olmuştur ve bu nedenle de medeni gelişime sahne olmuştur. Bilinen ilk okur yazar topluluklara ev sahipliği yapmış bölgede bir çok medeniyet gelişmiştir ve bu sebeplerden Medeniyetler Beşiği olarak da anılmıştır.
Kültürümüz içinde nice güzel hikayeler barındırır. İçinde yaşanmışlık vardır, insana saygı vardır, insana sevgi vardır, birlik bilinci vardır, güzellik vardır, bilgelik vardır. Ege yöresinde anlatılan “Yörük kadını ve Mor Cepken" hikayesini çok severim.
“ Yörük kadını yaşlanıp iyice deneyim kazanınca Kezbence olur adı. O oymağın bilge kişisi, akıl danışılanıdır artık. Göçebe yörüklüğünün kadınlarına tanıdığı yüce bir haktır mor cepken. Erkeklerin ise korkulu rüyasıdır. “Mor Cepken", Karacaoğlan türkülerinde geçer. Günümüzde Ege, Muğla, Antalya ve Toros yörüklüğünde yaşlı kadınlar tarafından hala bilinir. Yörük kızlarının çeyiz bohçasına önce “Mor Cepken" konur. Kenarları sarı simgelerle işlenmiş, yelek biçiminde, mor renkli bir giysidir.
Yörük kızları sevdikleriyle evlenirlerdi. Başlık parası gibi, alışkanlıkları yoktu. “Mor Cepken" evlilikte yeri, zamanı geldiğinde, darda kalan yörük kadının erkeğine karşı kullandığı bir boşanma özgürlüğünün simgesidir. Mor renk, ihanete uğramış, aldatılmış aşkın rengidir. “Mor Çatı" adı oradan gelir. Bizler dünyaya Mor Cepken’i yeterince tanıtabilseydik, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü, “Mor Cepken Günü" olarak kutlardık. Evli yörük kadını, ihanete uğrayınca ya da kocası tarafından aşağılanıp dövülünce, bir şekilde Mor Cepken’i giyip herkesin görebileceği bir yere otururdu. Bu “Ben bu adamı boşadım" demekti. O zaman akan sular durur, herkes işini gücünü bırakır, masal anaları ile doğum ebeleri “Mor Cepken" giyen kadını yanlarına alırlardı. Boşadığı kocası ise, evinden dışarı çıkamaz, kahveye gidemez, kimse yüzüne bakmazdı. Büyük ödün verip de karısına Mor Cepken’i çıkartamazsa ömür boyu dul kalırdı. Kimse ona dul, şaşı kızını bile vermez, körocak olarak kalırdı.
1800’lü yılların sonlarında, Nazilli kasabasının Aydın dağlarında, dağa çıkarak kadın hakları için savaşan, “Gizemli Kadın Efe" de bunlardan biridir. Ege yöresinin unutulmaz bir eridir.Tarihimizde, göçebe yörüklüğünün kadına tanıdığı hak ve özgürlüğü ortaya koyan ilk kadın olarak yer almıştır."
Mor Cepken, Ege efelerinin giydiği bir giysidir. Buralarda efelik kadın erkek işi değil yürek işidir. Kibele, Artemis, Tahtacı yörüklerinden bu yana kadın baştacıdır bu topraklarda...
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ YAŞATIR!
Toplumsal refah ve huzur, ancak ve ancak toplumda yaşayan bütün bireylerin uyum içerisinde olması ve birbirlerinin temel hak ve özgürlüklerine saygı duymasıyla mümkün olabilir.
2011 yılında imzalanan ve Türkiye’nin ilk imzacıları arasında yer aldığı İstanbul Sözleşmesi, temel insan hakkı ihlali olan toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılıkla ve kadına karşı şiddetle ortak mücadele ve çeşitlilik için birlikte yürüme bildirgesidir.
İstanbul Sözleşmesi, temel insan hakları yolundaki kararlılığın simgesidir, yaşamaya ve yaşatmaya devam edilmelidir.