Gözümü açtığımda nerde olduğumu hatırlamıyorum. Ayağa kalkıyor, etrafıma bakınıyor, karşımdaki duvara dokunuyor ve sesleri duymaya çalışıyorum. Ayaklarım kendiliğinden hareket etmeye başlıyor. Nereye gittiklerini ya da nereye gitmek istediklerini anlayamıyorum. Yürüyorum.
Karşıma bir duvar çıkıyor. Sağım ve solum açık. Hangi taraf? sorusu çınlıyor kulaklarımda . Sağımdan bir şeyin geçtiğini hissediyorum sanki hayal meyal. Oraya yöneliyorum.
İlerliyorum. Karşımda yine bir duvar. Ayaklarımın ucunda bir şey hissediyorum. Başımı aşağıya çevirdiğim an 2 çift göz karşılıyor beni. Bir an için ürküyorum. Çünkü o bir fare. Daha ayağımı kaldırmaya hazırlanırken hızlıca yanımdan uzaklaşıyor. Nereye gittiğini görmem ne mümkün. Bir an da gözden kayboluyor.
Sesler duyuyor; o tarafa yöneliyorum. Yürüdükçe seslere yakınlaşıyorum. İçimi bir sıkıntı kaplıyor. Duyduğum sesler canımı acıtıyor. Ağlayan, bağıran, canı yanan, işkence gören insan sesleri bunlar. İlerliyorum.
Karşıma çıkan tablo inanılır gibi değil. Sanki 1300 lü yılların İtalya sokaklarındayım. İnsanlar hastalıktan kırılıyor. Her yerde ölüler, bağıran, çağıran, ağlayan insanlar. Tam bir sefalet sergileniyor gözümün önünde. Bir insanlık dramı.
O sırada gözüme bir şey çarpıyor. Biraz önce gördüğüm fare. Ama şekli değişmiş. Büyümüş, şişmanlamış kocaman olmuş. Rengi simsiyah. Gözleri dikkatimi çekiyor. Kıpkırmızı. Öyle bir bakıyor ki içinden ateş gibi kızıl kıvılcımlar saçıyor etrafa.
Ne yapacağımı bilemez haldeyim. Kaçmak ile kalmak arasında gidip geliyorum. Acı çeken insanlara nasıl yardım edebilirim düşünceleri geçiyor aklımdan. Gözlerim yerinden çıkacak gibi kaçış yollar arıyor. Fareler her yerde ve sayıları hızlıca artıyor. Kendimi kurtarırsam yardım getirebilirim düşüncesinde karar kılıyor ve hızlıca koşmaya başlıyorum. Koşuyorum koşuyorum. Ama nereye? Ya bir duvara çarpıyor ya bir farenin ayağının altından geçiyor ya da hastalıktan bayılmak üzere düşmesine ramak kalan bir insanın yanından teğet geçiyorum.
Burası bir labirent. Çıkışı yok. Çünkü insanoğlu zamanın döngüselliğini bir labirentin içinde öğrenmeyi deneyimliyor. Bu süreç bazen, fare ile insanın bedensel olarak deneyimlediği bir veba labirenti olurken, bazen de dijital bir ekranın insan zihni üzerinde yarattığı etkileri gözlemlediği zihinsel bir hapishaneye dönüşüyor.
Kaldığım yerden yoluma devam ediyorum...